Sanat, hayatın her anında yeter ki fark edelim
Geçmişin derinliklerine yolculuk yaparken, seramik sanatının dokusuyla arkeolojinin izleri buluşuyor. Hülya Akyol’un sanat ve arkeolojiye olan tutkusu, onu hem seramik sanatçısı hem de arkeolog olarak benzersiz bir konuma taşıyor. Kendi eliyle geçmişi yeniden şekillendiren ve topraktan yaratıcılığa uzanan bu yolculuğu, onun gözünden dinlemek ise adeta tarihin ve sanatın iç içe geçtiği bir serüvene davet ediyor. Haydi Hülya Akyol’a kulak verelim…
Hülya Akyol’u kısaca tanıyabilir miyiz?
Samsun’da doğdum. Üniversite eğitimim için Ankara’ya geldim. Hala Ankara’da yaşıyorum. Ankara Üniversitesinde Arkeoloji Sanat Tarihi bölümünde lisansımı tamamlayıp ardından Hacettepe Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora eğitimime devam ettim. İzmir, Çanakkale ve Samsun’da arkeolojik kazılara ve yüzey araştırmalarına katıldım. Kızımın doğumuyla birlikte anneliği öğrenmeyi ve onun hiçbir saniyesini kaçırmadan büyümesini izlemeyi seçtim. İyi ki de öyle yapmışım. Akademik kariyerimi serbest arkeolog olarak sürdürmeye devam ettim diyebiliriz. Çünkü ben mesleğimi çok değerli hocalardan öğrendim ve hep çok severek yaptım. Arkeolog olmak hem güneşin altında hem ofiste uzun, yorucu, heyecanlı ve sabırlı bir çalışma gerektirir ve bu enerji hep sizin bir parçanız olarak yaşamaya devam eder. Bu nedenle her zaman çevreme, yaşadığımız topraklardaki arkeolojik zenginlikleri anlatmayı kendime görev edindim.
“Seramik, arkeolojik kazılarda en çok bulunan ve çok değerli bilgiler veren bir disiplin…”
Arkeoloji ile başladığınız kariyerinize sanatçı olarak devam ediyorsunuz. Tarih ve sanatı tek bir potada eritmek diyebilir miyiz?
2016 yılından itibaren Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde çok değerli hocam Kültür Bakanlığı Seramik Sanatçısı Hatice Yazıcıoğlu’ndan seramik dersleri almaya başladım. Ne yazık ki AKM seramik ve heykel atölyeleri kapatıldı. Sonrasında yine hocamın desteğiyle çalışmalara devam ettim.
Yaptığım tüm işlerde arkeolojik birikimimim yansımalarını fark ettiğimde Anadolu tarihini ve mitolojisini bu şekilde aktarabilmeyi amaç edindim. Çünkü seramik, arkeolojik kazılarda en çok bulunan ve çok değerli bilgiler veren bir disiplin. Bu iki disiplini tek potada eritmek güzel tepkiler getirdi. Artık çalışmalarımı bu doğrultuda Lulart Ceramics markasıyla sürdürüyorum.
“Ana Tanrıça” kavramı beni her zaman etkiledi”
Tasarladığınız parçaların özelliklerinden, sizde uyandırdığı duygulardan bahseder misiniz?
Tabaklar, tütsülükler, vazolar gibi hem günlük hayatta kullanılabilen hem de tarihin derinliklerinden figürler ve desenlerle zengin geçmişimizi hatırlatan özgün çalışmalar tasarlıyorum. Yüzyıllardır sevilen nazar boncuklarına amorf ve monokrom tasarımlarla bir koleksiyon hazırladım. Nazar
boncuğunun kökenine inerek, kronolojik geçmişini de anlatan arkeolojik bulgulardan göz idoller çalışıyorum. “Ana Tanrıça” kavramı beni her zaman etkilediği için Anadolu’da kadın tasvirleri ve bu bağlamda oluşan felsefe doğrultusunda ana tanrıçayı da çalışmalarımda çok fazla görebilirsiniz.
Ana Tanrıça figürinleri/ idoller, hem kadına verilen değer anlamında hem de yaratılış mitolojileri anlamında çok derin bilgiler içeren bir kavramdır. “Bir Tabak Arkeoloji “ serisinde ana Tanrıça dışında, dünyanın dikkatini üzerimize çeken Göbeklitepe’deki dev sütunların üzerinde görülen çeşitli hayvan figürlerini de çalıştım.
On iki bin yıl öncesinde derdini kabartmalarla anlatan insanların, sanatsal inceliği inanılmaz. Bu eserleri kabartma olarak seramik tabaklarıma uygulayarak sanatı hayatımıza sızdırmak istedim. Böylece binlerce yıllık hikayeleri yaşam alanlarımızda daha fazla konuşursak tüm dünyanın hayran kaldığı ülkemizin arkeolojik zenginliğini daha fazla önemser ve sahip çıkma farkındalığı kazanırız diye düşünüyorum.
“İnsan kalbinde ne taşırsa dünyayı da öyle görür”
Eserlerinizde Anadolu tarihini mi yoksa tamamen gerçeği mi işliyorsunuz?
“İnsan kalbinde ne taşırsa dünyayı da öyle görür” demiş Goethe… Sanatta böyle bir şey değil mi, kendimizi ifade etmek. Aslında sanat hayatın her anında yeter ki fark edelim. Seramik heykel çalışmalarımı hayatın akışında beni etkileyen bir olay, bir anı belirliyor. Son sergim İstanbul’da tarihi bir
hamamda gerçekleşti. Oraya özel hamamın böcekleri çok eğlenceli bir çalışmaydı. Bazen de okuduğum kitaplar etkili oluyor. Örneğin Carl Gustav Jung okumayı seviyorum psikoloji ve arketipler üzerine kafa yormuş bir bilim insanı Jung. Arketipsel figüratif çalışmalarım böyle çıktı ortaya.
Çoğu heykelimde ve çalışmamda mitolojiden yola çıkıyorum. Karmaşık da olsa çok zengin mitolojiye sahip bir kültürümüz var. Bunları maalesef çok kitap okumayan genç nesile heykel ya da rölyef çalışmalarımla anlatmak bana keyif veriyor. Sergilerde aldığım tepkilerde doğru yolda olduğuma inanıyorum. Hatta zaman zaman anlattığım figür ya da eserin orijinalinin müzede olduğunu söylediğimde sergi çıkışı müzeye gitmekte kararlı gençlerle de karşılaşıyorum. Bu beni çok mutlu ediyor. Orijinal eserin kopyasını çalışmaktansa ondan esinle tek ve özgün çalışmalar yapmak keyif veriyor.
“Çamurun Mental Açıdan İnsana İyi Gelen Desteği”
Sergileriniz ve çalışmalarınızın akışından bahseder misiniz?
Pandemi süresince yoğun çalışarak çamurun mental açıdan insana iyi gelen desteğiyle üretimlerime hız verdim. Yasakların kalkmasıyla açılan galerilerden sergi davetleri geldi. Instagramdan paylaşımlarım da etkili oldu sanırım. Sergilerde sanatseverlerle buluşma fırsatım oldu. İstanbul, Bodrum ve Ankara’da karma sergilere katıldım. Bunlara paralel olarak ülkemizdeki çok kıymetli müzelerin mağazalarına, müzelerdeki eserlerden esinlenerek tasarımlar yapıyorum. Aynı zamanda Atölyemde küçük gruplarla atölye çalışmalarına devam ediyorum. Seramik, çok fazla denemeler sabır ve eğitimler gerektiriyor. her yaptığım işte yeni bir deneyim yeni bir heyecan beni hep dinamik tutuyor. Hatta yoğun tempodan dolayı özellikle sergi zamanlarında boyun ağrılarımdan çok sıkıntılı zamanlar yaşasam da her fırın açılışında güzel ya da kötü sürprizler her şeyi unutturabiliyor. Yani seramikle uğraşmak hem hasta eden hem iyileştiren katarsis bir eylem diyebilirim.
“Sanatın tüm insanlara güzellikler getirmesini diliyorum…”
Şu an neler yapıyorsunuz?
Bir süreliğine şehrin gürültüsünden uzak kalıp doğayı dinlemek, dinlenmek için Ege denizinin sakin bir koyundayım. Güzel bir heyecan içindeyim. Doğduğum şehirde Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamaları programında bir sergiye katılacağım. Samsun’ da ilk solo sergimi yapacak olmam onur verici… Şu anda da bir Amazon kraliçesi heykelinin kemerini tasarlıyorum. Çamurdan uzak kalamadım. İnteraktif bir sergi hazırlığındayım. Bunun dışında çalışmalarımı besleyen kitaplar okuyorum, sergiler geziyorum. Sanatın rolünün doğanın taklidi olduğunu savunan ünlü filozof Aristoteles’in
de seyrettiğini varsaydığım denize bakarken, sanatın tüm insanlara güzellikler getirmesini diliyorum.
Röportaj: Nuran Baykuş / Fotoğraf: Barış Eminoğlu